9 Mart 2014 Pazar

yıllık yazim idi

"Trajik zekalılar tarafından yönlendiriliyorduk ve trajedinin kendisi de olağanüstü bir aşk hastalığına tutulmuştu. Kahramanlığımız alçaklıklarla, büyüleyici kalleşliklerle lekeliydi." (Jean Genet).

Daha fazla ne anlatılabilir ki ya da anlatılmak istenen anlamın içini
daha fazla doldurabilir mi? Gerçekten birer köleydik biz, gerçekten
prangalarımız vardı, gerçekten bir zindanda yaşadık, evet üzücü, evet
çok üzüldük, bu kadar gerçeğe katlanamayacağımız kimsenin aklına
gelmedi mi? Her cümlenin ardına bir soru işareti koyarak, tek
kelimelik de olsa bir cevabı bulmaya çalışarak bir ömrü tükettik, ya
da bir ömrün en değerli parçasını, asla geri getirilemeyek bir
parçasını tükettik. Keşke bizim yerimize verilen cevaplar bize de
söylenseydi, keşke hep sersem konumuna düşmeseydik veya
kulaklarımızdaki pamukları çıkarsaydınız aynen soktuğunuz gibi. Öyle
olmadı. Bilinçli bir yalnızlığın oyunlarıyla oyalandık bu yüzden,
kimsesizlikle oynanan sıkıcı ve bıktırıcı bir oyunun tuzağında, kendi
tuzağımızda kapana yakalandık.

Ümitsizliğin bir o kadar da yaşama
zorunluluğunun ikilemi arasında kendimizden geçtik, sarhoş olduk,
sarhoşluk hiçbir şeyi unutturmaya yetmedi, sarhoşluk bellek kaybının
heyecanını esirgedi bizden ve sürekli ayık olan uyurgezerler gibi
rüyayı törpüledik. Bu trajik zekanın başrol oyuncularıyla kapıştık,
hayat paydasında herkesin bir görevi oluyordu ya nasıl olsa, nasıl
olsa işler bir şekilde paylaştırılıyordu ya, işte bize de dev
kalabalığın karşısına çıkmaya cüret eden bir avuç looser parodisini
oynamak düştü.

Tabi ki, yenileceğimizi, ezileceğimizi, hayat
paydasındaki yerimizle eksi sonsuzu boylayacağımızı çoktan biliyorduk,
biliyordum yani, yani bilmek ızdırabı kat kat çoğaltıyordu, bilmek
herşeyi çığırından çıkarıyordu, bilmek kader bağımlısı bizler için tam
bir cahillikti. Yaşam neleri sürüklemiyordu ki peşine, en önce
bizleri, en önce yaşamaya bu kadar istekli ve azimli bizleri önüne
kattığı gibi, dizginleri ellerine aldığı gibi, koşum takımlarını sıkı
sıkıya tutup asla bırakmadığı gibi sürüklüyordu. Suyun üzerinde bata
çıka, çokça boğula, çokça nefes denilen ve pahalı olan ve gücümüzün
yetmediği şeyi alamamaca sürükleniyorduk. Biraz aşk gribine
tutulduğumuzdan mıdır nedir, soğuk aldığımızdan mıdır nedir,
hemencecik şifayı kaptığımızdan mıdır nedir, derinden ve hırıltılı
öksürüyorduk. Revir kayıtlarına düşürülemeyecek kadar komik bulunan
hastalığımız bizden başka herkesi güldürebilirdi ama bizi asla, hatta
ve hatta hep ağlatıyordu. Ağlamak bir temayül olabilirdi belki,
ağlamak bir zayıflık gösterisinin en aşağılık pankartı olabilirdi
belki, ağlamak gözünün birini ölüme dikmiş bir yüzün meydanlarda
okunmak için hazırladığı bir  manifesto olabilirdi. Aniden bir intihar
teşebbüsü gibi, aniden kanın usul usul sızması gibi, kanın sızarken
tüm kızıllığını tutkuya devretmesi gibi, güneşin gürültüyle batışı
gibi, ufukta denize dalışı gibi, siyah bir gülün beyaz bir güle
vekaletini bırakması gibi, ölümün tam saha pres yapması, apansızca
bastırması. Ölümün geceyarıları yapılan münasebetsiz  suaresi. Hayatın
gündüz gözüyle yapılan terkediş musikisi. İç karartıcı bir melankoli,
melankolinin mavisinin denizin mavisiyle birleşimi, ortaya çıkan
mavinin sarsıcı tonu, dolma kalemin mavi mürekkeple varoluşa tanıklık
etmesi..


Steril ve dezenfekte bir ömürle bu kalabalığa tahammül olanağı çok
sınırlı. Bu okulun martılarını da yok etmişlerdi ve sonra fareler
türedi, fareler martılardan daha ordubozan oldukları için martılar
yeniden getirildi. Biz martılarız, çığlık çığlığa, İstanbul'un
dağınıklığına Tuzla'nın düz ve rüzgarlı arazisine kamikazeye benzer
pikeler yapan korkusuz martılar. Öyle ki hiçbir şeyden korkumuz yok,
öylesine havada dolanıp duruyoruz, aslında canımız biraz sıkıldığından
yapıyoruz bunu. İstediğimiz yere konabiliyoruz hem, bütün çatılar
evimiz, bütün heykellerin tepelerine pisleyebiliriz, o beyaz
şapkaların rengini bir anda değiştirebiliriz. Hem iki tane dev futbol
sahası bizim, hem üzerinde sahipleri yazan ve asla kullanılmayan
korular bizim, hem yavuz direği bizim, ortabahçe bizim, alay bizim,
dekanlık bizim, komutanlık bizim, gözetleme kuleleri bizim, bütün
binalar, siyah çember içine numarası yazılmış bütün binalar bizim,
tabi çatıları, aslında düz duvarda tutunabilecek ayaklarımız da
olmalıydı fakat bu ayrı bir mesele. Evet steril ve dezenfekte bir
ömürle bu kalabalığa tahammül olanağı sınırlı.

İstanbul'dan, biraz spesifik oldu sanırım, dünyadan bağlarını koparmış
bir yerde, bizbize içiçe dedikodudedikoduya yaşıyoruz, öyle
diyebiliriz, fazla mı iyimser oldu bilemiyorum? Bildiğim tek şey var
ki, tamam cahil değilim çok şey biliyorum, 4 sene boyunca aynı
kıyafetleri giyen, aynı yatakta yatan, aynı inşaat gürültülerini
çeken, aynı binaların karamsarlığından kendinden geçen, aynı
insanlarla konuşan, evet onlar insandı, aynı yemekleri yiyen, sabah,
öyle ve akşam öğünlerinde yani günde üç defa, aynı derslere giren,
dersin içeriği değişse de DNA'sı değişmiyor burada, aynı taburlara
geçen, aynı şahıslarla tartışan, aynı kitapları okuyan, aynı müzikleri
dinleyen, aynı Tuzla manzarasını izleyen, aynı havuzda yüzen, aynı
filmi izleyen, aynı tiyatroyu seyreden, aynı konferansı dinleyen, aynı
şekilde denetlenen, aynı kişilerden nefret eden, aynı kişileri
öldürmek isteyen, aynı saatte yatan/kalkan herneyse, aynı tuvaleti
kullanan, aynı uygunsuz şakaları yapan, aynı anlama düzeyinde olan,
aynı gerizekalılığa sahip, aynı şekilde faşizan duygular barındıran,
aynı otobüsle izne çıkan, aynı cezaları alan, aynı savunmaları
imzalayan, aynı gülümsemeye sahip, aynı mutsuzluklarla perişan olan,
aynı kızlara erkeklere aşık olan-bu biraz abartılı oldu-, aynı
şeylerden şikayet eden, aynı hastalıktan aynı ilaçları alan, aynı
toprakta yaşama uğraşı veren ve aynı kirli havayı soluyan, aynı aynı
aynı aynı bir yığın aynı...


Bu kadar aynı içinde, bu kadar standart içinde, bu kadar uniform yani,
yani biz, yani ben, biraz garip davranışlar, biraz metabolizma
bozuklukları, biraz nevrotik sorunlar, belki biraz değil de çokça,
belki hayatın dışında ve ölümün çok yakınında, farklılığın başucunda,
değişimin kucağında, yine de derinden gelen bir umutla belki,
deneyerek, çalışarak, uğraşarak, aşarak birşeyleri, ödünle, dik durmak
için, iradesizliğin yollarında, evet biliyorum ne desem boş, üçte
ikisi ziyan, üçte ikisi kullanılmış bir ömürle, ey insanlar karşınıza
çıkacağım, yakama bir erguvan takacağım, beni görünce hemen
tanıyacaksınız....

Special thanx: Benim ben olmamı ve burada olmamı sağlayan,
bebekliğimden bu yana beni yetişkin birey olarak gören, herşeyin en
iyisini bana sunan annem ve babam; canımdan cok sevdiğim adı sudan
gelen kardeşim; beni sevip bana
güvenen tüm aile bireyleri, şehirler şehri İstanbul,özleten
Ankara,pasaportum,superegom.

 Scribbly thanx: Yakama takmam için erguvanını ödünç veren(ben
leylakları severdim), geviş getiren blackrabbit, gerçekten sevdiğim
tek 800(elmacı), hayatımın 1yılını anlamsız bir dejavu içinde
geçirmeme sebep c.özel ve m.işçi(dilerim hayat size daha adil
davranır),kunduz(ben sana adil davranamadım, üzgünüm),
lilith, yeni rocki, extreminal, enred( r.i.p.), c-dick, sourtimes,
deviantart, myspace,marvelcomics, enkibilal, kenanyarar,
minikmantar&dawuk+daw$an(remains of mpal), dip boyası gelmiş patates
kızlar(saçlarımın muhteşem kızılını ve uzun boyumu siz ortaya
çıkardınız), virginia woolf, l'ecume des jours, boris vian, kanat
güner, yeni hayat; bütün ötekiler, çiçeklerin tanrısı, çiçek
toplayanlar, çiçekleri ezenler, postalın altında kalan gelincik,
eternal sunshine of the spotless mind, cahil periler, melekler erkek
olur, trainspotting, geistlos, aim_str8_2life, bıkmadan usanmadan
yıllardır dinlediğim müzik, fiziken olmasa da ruhen katıldığım nice
konser/festival, yaşamak, yaşamayı sevmek kadar özgürlüğü ve adaleti
de sevmek, kadın ve erkeklerin karşılıklı hınçlarını terk edebileceği
ya da aklın ve iyi niyetin fazlasıyla aşamalandırılmış eril bir
toplumun yetkeciliğini dağıtabileceği yolundaki –artık pek de
koruyamadığım- umudum, gölgelerin de ışık kadar önemli oluşu, sesin
arkasında huzursuz bir tabanca gibi duran yüz..

C'est historie dun femme,qui tombe du 50eme etage ,achaque etage
pendant la chute ,elle dit : Tout va bien, tout va bien.. Mais
L'essentiel consiste, a la descente, est non pas la chute..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder