29 Ocak 2014 Çarşamba

çok cahilsin, keşke ölsen...

ilber-ortayli-4

Bir haftadır buna gülüyorum. gizli gizli ben de içimden bunu yapmak istiyorum.

sevgililer günü yaklaşırken...




Evet bu sene de sevgililer günü geliyor, bir kısmımızın şahane manitaları var, birazımız bu sene de avucunu yalayacak ve bir kısım (ben dahil) çoktan aseksüel oldu bile. Sevgili okurlarım, gmail hesabımın arka sayfalarından bir maille dimağlarınızı şenlendirmek istiyorum; bir zamanlar online bir dergi için hazırladığım sevgililer günü konseptli çalışma. ilginçtir aradan geçen 9 yıla rağmen listeye yeni bir şey ekleyemedim. (bahse konu müzik zevkimse fevkalade muhafazakarımdır, "yobaz metal" lol)

Listem aşağıda, çoğunun youtube linki de var. bon apetite ;)



1. my funny valentine (frank sinatra) valentine's day adi altinda sonsuz tuketim cilginligi, vicik vicik kalpler, pelus hayvanciklar ööeargh!! hayir bu sarkinin bunlarla alakasi yok. %100 pure love.. ilk notasindan sonuna kadar nitelikli. bilemiyorum kalbinizi bu kadar derinden etkileyen ask sozleri duydunuz mu ama benimkini en cok etkileyen sozler suphesiz bu parcanin sozleridir.
 
2.tangerine (led zeppelin) "does she still remember times like these?to think of us again?" demedik mi acaba hic? demistik evet.. aslında ben bu şarkıyı eternal sunshine of the spotless mind'daki "tangerine" göndermesinden meraklanıp dinlemiştim. yoksa aslında pek led zeppelin tarzı biri değilim :)
 
3.senin icin (kesmeseker) cenk taner'in kirik dokuk sesi.. aslinda cok basit bir sarki, arada karisitrilan bir cay(belki kahve?) camin tinisi, bir turlu olmamislik (olamamislik?) olmadigi halde olmayi denemek falan filan. buruk bi ask sarkisi. 14subatta dinleyip kirletmeyin.
 
Bugün her şey yolunda olabilir
Tüm aşıklar cennettedir
Ola ki gideriz bir gün biz de cennete
Eğer düşünürsen eğer düşünürsen, eğer

 
4. en cok seni (kesmeseker) ana dilde, sevgi bamabaska bir tat. kafam bati, yuregim dogu.. (tamam baska kesmeseker yok!)
 
5.You're the one that I want (grease soundtrack) uzun yillar favori filmimdi ve saniyorum daha uzun yillar da oyle olacak.
 
6.alive (pearl jam) sevgi ve donrasina dair.. veya aile baglarina dair... (aslinda sirf canim oyle istiyor diye buraya rearviewmirror'i ekliycektim ama mazeret bulamadim) (hayir last kiss'i eklemiycem zaten yeterince kullanilmadi mi?) güncel not: artık her dinleyişimde belirsiz bir gelecekte aklıma oğlumla benim aramızda geçecek bir konuçmaymış gibi geliyor.
 
7.love you to death (type o negative)  muzikal olarak rezalet diyebilirim, etkileyici kilansa o bildik afrodizyak ses. (hile mi yaptim?) ah peter steele allah gani gani rahmet eylesin sana, ergenlikte az genç kız seni hayal edip ovalamadı kendini...
 
8.the crown of leaving (lacrimas profundere) aslinda tekrar dusundum de bu parcanin da sevgiyle pek alaksi yok, ama soyler misiniz siz de dinlerken kulaginiza bir melegin tatli sozler fisildadigini hayal etmiyor musunuz?
 
9. my woman, my lover, my firend (anal cunt) haha geri dondum ben korkmayin, canyelekleri tam basinizin ustunde.. %100 pure anal cunt ziyafeti. kiz arkadasinizin favori ask sarkisi olmak icin sizi bekliyor..
 
10.less than human urinal (cenotaph) : "Love is worthless vomit, rotten and putrified, tastes like a bloody excrement which existance is less than human urinal."  
Evet evet aksi zamanlar da olmustu, olabilir, olmaktadir.. Ama genelde bundan ibaret. Ha bu arada itiraf edeyim Batu Çetin oğlumun isim babasıdır ;)
 
11. pre-mestural princess blues (S.O.D) sadece bir ask sarkisi degil ayni zamanda ideal bir evlilik sarkisi..
 
12.flower's bloom (portishead) beth gibbons ahhh.. duyabileceginiz en tatli en masum ask sarkisi.. sabah uyandiginizda yaninizda gulumseyen birinin olmasi ve uzanip usulca,yumasik,sicak bir opucuk kondurmasi omzunuza. bu ask degildir de nedir?
 
13.cause i just can love some dead persons (zubrowska) nekrofiliye ve aile sevgisine dair en tatli hatiralar ve essiz bir mathcore ziyafeti.. (youtube'da niye yok allah allah..)
 
14. i surrender (rainbow) saatlerce bi ekrana bakarak telefonun calmasini dilediginiz oldu mu hic? ya da bir mesajin gelmesini beklerken (umarken) uyuyakaldiginiz veya cinnet gecirip evde ne kadar tatli/cikolata varse yediginiz ask sancili gunler?? hı hı evet iste o gunler icin bu da.. güncel not: ayrıca Joe Lynn Turner bence şahane bir vokaldir ve sadece tek bir gruba ait olmamalıdır, en yakın örneği için bkz.Cem Köksal ile çalışması 

15. kalbim bomboş (cem köksal) : Murat İlkan'ın billur gibi sesiyle eşsiz bir müzik ziyafeti. Herkesin sevgilisi olacak değil ya!

14 Ocak 2014 Salı

throwback time





Sevgili Kendim;

Bu yıllık yazısı İstanbul'un en sevdiğim yerinde, Bebek'te Boğaz'ın kenarındaki o masum bankta yazılacaktı; ama bugün 18 mart Çanakkale Zaferi ve deniz şehitlerini anma günü ve bir haftasonu, ayrıca bugünlerde nevruz bayramı var; kendi kültürümüzün sembolü olan bir bayramı başkalarına kaptırdığımız için, onlar da bazı kötü niyetli eylemlerini planladıkları için, ve birileri bizi korumak için okula kapattığından dolayı, vapura binip karşıya gidemedik bugün, ve daha vaktimiz yok.
 
Hala bir sığıntı gibi hissettiğim Tuzla'dan, penceremin kayıkhane, kreyn, ada,martı manzarasına bakarak yazacağım sana. Şu sıralar kendimi bile bile bir yalnızlığın içine ittiğimden ve ondan kurtulamadığımdan dolayı, sayfaya benden başka kimsenin girmesini istemedim(yalan), o yüzden kimse alınmasın, tüm sayfayı ben dolduracağım : Asık suratlı bir film karesinden fırlamış ve saniyenin onda biri hızla hayata girip öylece donup kalmıştım. Dışardan görünen o ki bu 5 yıl boyunca kameranın ağır çekim modunda senaryoda bana verilen rolü oynadım.
 
Tabi yönetmenlerin kızgınlıklarını çok iyi anlıyorum, verilende çok eksik kalmış sahneler bulduğumdan, bu sahneleri telafi için normallerinde de anormal bir doğaçlama tekniği uygulamıştım. Benim filmim gişelerde pek rağbet gören cinsten olmayacaktı muhakkak, ama sanatsal açıdan incelendiğinde Altın Portakal'ı almam içten bile değildi. Kimse bunun farkında değildi, popüler kültürün gelip geçici zevkleri karşısında ben bir hiçtim, benim gibi tiyatro kökenli bir oyuncunun az yatırımla çok para hedeflenen bir filmde ihtiyaçları karşılaması söz konusu değildi. Ses tellerimin hasar görmesi de benim suçum olamazdı. Suç kavramına da artık hiç saygım kalmamışı bugünlerde, önceden verilmiş cezalara karşı onlara uygun suçlar tertipleniyordu artık. Artık Raskalnikof olamazdım, artık Faust devri çoktan geçmişti; olsa olsa Tutunamayanlar Ansiklopedisi'nde Selim Işık'ın kopyası bir kişiliğin maddesine bürünecektim, olsa olsa Kafka'nın öykülerinden birinde bir böceğe dönüşecektim, olsa olsa Ulysses içinde kaybolacaktım; kurgusunu kendim yaptığım bir romanın figüranları arasında kendime birkaç sayfa ayıracaktım belki. Bu belki ve keşke laflarına hiç itibar etmeyebilirdim de, ne bileyim onların olmadığı bir sözlük yazabilir miydim?
 
 Galiba en iyisi hayatımı bugünlerin en popüler olayıyla, bir beyaz yakalının bilmesi gereken en önemli şeyle, bir Powerpoint sunusuyla sizlere ballandıra ballandıra anlatabilir ve geleceğe dair bulanık planlarıma sizleri inandırabilirdim. Gelecek yarın mıydı, ondan sonraki gün müydü, yoksa gelecek dediğim tutku nesnesi 20 yıl sonra mıydı, hani gözlerim açıkken dahi düşünü kurabildiğim, hani kimselere anlatamadığım, buğuların arkasındaki şey miydi gelecek. Gelecek o kadar zamandan sonra bu satırları okurken birşeylerin değişmiş olması mıydı. Değişmek, hayatını bir Ar-Ge çalışmasına adayan birinin kullandığı kelimeden başkası değildi mutlaka. Kendimi bir deney hayvanına evirip yeni bulduğum kimyasalları mı deniyordum yoksa üstümde, yeni bulduğum formüllerin teorikten pratiğe dönüşmesini mi umuyordum bunları yaparken. Sabit kalamıyordum, 'gemi durdu yol yapmıyor' sözüne tahammül edemiyordum, o sancağı derhal sancak dolabından çıkarmalı ve paramparça etmeliydim. Evet çok bilinmeyenli bu insan denkleminin grafik metodla çözülememesinden sinirleniyor bir o kadar da zevk alıyordum. Üstelik trajedi ile komedi'yi birbirinden ayırt edemeyen seyirciler arasında ne yapacağını bilemez haldeydim; ağlamakla gülmek, ikisini de abartınca gözlerden yaş gelir. Ben galiba hep kutuplarda yaşıyordum, ekvatora hiç inemiyordum, orta yol ya da orta sınıf denilen eski Yeşilçam filmlerinin vazgeçilmez karakteriyle aram hiç iyi değildi. Ya da düşecek ya çıkacaksın, hayatı bir endüstri mühendisi gibi modelleyemediğimden optimum noktayı bulamadım kusura bakmayın.
 
Ama siz hep kusurlara bakıyordunuz nedense, nedense onları düzeltmeye çalışmak yerine sürekli azdırıyordunuz, hem diğer taraflara hiç mi hiç bakmıyordunuz, gerçekten sizi anlayamıyordum kusura bakmayın. Hep bir kusur ve kabahat halinde yaşadım, en azından öyle yaşadığımı sandım sizin bu tutumlarınızdan dolayı. Realist bir insanken sürrealist ve sembolik nasıl olunur,  öyle biri oldum üstüme gelmeyin. Ya da üstüme teker teker ve nazikçe gelin ki anlatayım. Anlatmak, bu bizde hep eksik kalan şeydi. Karşılıklı oturup Amerikan filmlerinde olduğu gibi konuşamıyorduk. Sahi neden korkuyorduk, ben hiç korkmadım oysa. Eminim çözülebilirdi herşey, ortak bir dil kullanıp, hadi kıyak olsun diye gemici lisanını kullanıp diyaloğa geçseydik çözülmeyecek şey yok gibiydi. Bir takım saplantılarımızdan kurtulmak gerekiyordu önce, Einstein'ın atomu bile parçalamaktan daha zor dediği şu lanet olası önyargılarımızı tuzla buz etmemiz gerekiyordu("tuzla" derken dikkat).
 
 Neden dünyadaki en zayıf halka olduğumuzu öğrenmemiz gerekiyordu, ağır bir paranoya hastalığına kapılmazdan evvel, hafif birer grip geçirseydik ve birbirimizi hasta ziyaretine gitseydik, orada sevgimiz artar ve herşeye karşı bağışıklık kazanırdık, hiçbir virüs bulaşamazdı bize. Tek şıklı bir test sınavı uyguladınız bana, kimseye seçme ve seçilme hakkı tanınmadığı gibi bana da tanınmadı, hep tanıdık simalar çıktı köprüüstüne bu yüzden, sonuçları çoktan açıklanmış bir sınavdan sonra yapılan formalite imtihana tabi olduk. Yine de küçük şeylere takmamaya çalıştım, hayata yön veren onlar olsa da, her zaman büyük düşünmek lazımdı, en azından birilerinin bunu yapması lazımdı, bu sorumluluğu üzerime almakla büyük hata yapsam da böyle. Benim zavallı insancıklarım, insan kardeşlerim, bir bilseydiniz herşey sizin içindi aslında, çünkü asıl olan sizdiniz, Şeyh Galip size boşuna mübde-i alem demedi.

 Sevgili Kendim, 5 yıl Tuzla'da yaşadın, sana gerçekten şaşıyorum. Kimsenin uğramadığı bir deniz kasabasında, ışıltısı kaybolmaya yüz tutmuş bir denizfeneri gibi yaşadın, yaşantını gibi gibilerle uzatmaya kalksam bütün yıllığı dolduracak bu yazı, kısa kesiyorum. Gri binalarda, gri bir gökyüzünde yaşanan 5 yıl, dile kolay geliyor değil mi. İlkgençliğin yatılı bir erkek okulunda geçmesi, kim arzular ki bunu. Haftaiçi 5 gün okulda, haftasonu eğer cezalıysan gene okulda. Cumartesi pazarları yatmak için okula dönmelerin buruk hüznü, tabi barok üzüntüsü yüksek tavanlı odalarda yalnız kalmanın. Sadece haftasonları izne çıktığından da gerçek bir İstanbullu olamamanın sıkıntısı, her defasında İstanbul'la dargın ayrılmanın yürek burkuntusu.
 
Koşuşturmalar, bekleyeceğini bile bile  geç kalmama telaşesi; uzun soluklu beklemelerde varis olmaya giden mesafenin kısalması; öğle vakti nereden geldiği bilinmeyen ve hiç bitmeyen tebliğler, orana burana bakılması; sabahın köründe kalkılması, sonra etüd denen 'bu saatte ders çalışacaksın' zamanları; renksiz dersanelerde neşesiz dersler, öğretmene çaktırmadan gözlerin kapanması, dersin tam ortasında görülen garip rüyalar, sonra bir nefes teneffüs saatleri, ne yapacağını bilememe, yeniden uykuya dalınması; sonra spora gidilmesi, havaların sürekli soğuk olması, dönerken çok üşünmesi; yemek taburuna geçilmesi, herşeye taburla gidilmesi, yemekhanede sessizlik denen şeyin sağlanamaması, azar işitilmesi, azarların bini bir para olması, artık hiç koymaması; etüd denen yaratığın akşam olunca yeniden dirilmesi; yatılması, yatılamaması, geç saatlere kadar kitap okunması, birşeyler yazılması, sarı bir ışığın gecenin bir yarısı yanık bırakılması, masanın üzerinde uyuklanması; törenlere hazırlanılması, denetlemeye hazırlanılması, sınavlara hazırlanılması, ütü yapılması, ayakkabı boyanması, eğitime gidilmesi, finallere girilmesi, savunmalar alınması, onların yazılması, sonra tebellüğ edilmesi, konferanslara girilmesi, birkaç yıl yaşlanıp çıkılması, birilerinin sürekli konuşmalar yapması, boş vaktin olmaması, olunca da canın hiçbir şey yapmak istememesi, sürekli denizin izlenmesi, denizin çok sevilmesi, bir an önce mezun olsak da kurtulsak denilmesi,birilerinin birşeye kızdıkları zaman yoldan geçen birini çevirip ona bağırması, selamların verilmesi, selamların alınmaması, herkesin herşeyden şikayet etmesi, her gelenin ben değiştireceğim deyip hayata içinden çıkılmaz bir hal aldırması, sene sonunda eskiye dönülmesi, sürekli eskiye dönülmesi, geleneklere itaat edilmesi, kimsenin ders çalışmayıp sınıfı geçmesi, kopya çekilmesi, revire çıkılması, dersten kaçılması, yasak yerlerde sigara içilmesi, bir cümlenin içinde mutlaka yasak kelimesinin geçmesi....

Sevgili Kendim, bu yazıyı okuyanları karamsarlık dehlizlerine attığın için sana çok kızıyorum, ama sen ne bileyim, hep olduğun gibi davrandın sanki, sahte yüzlerle çıkmadın kimsenin karşısına, dürüst oldun, ne bileyim hep diyalektik yaklaştın olanlara. Yakında İstanbul'da leylak renkli baharlar yaşanacak, yüzlerde utangaç ve pembe kızarıklıklar olacak, gözlerde ise deniz ışıltısı, sakın kaçırma...
 
 
2001-2006 için
 
 

her genç kadın bir gün yaşlanacaktır



İşte ben yaşlanınca tam da böyle olacağım ;)

11 Ocak 2014 Cumartesi

Anne olayım derken...

Her blogda buna benzer bir yazı var, işte hamileliğimi nasıl öğrendim neler hissettim, nasıl harika haftalar yaşadım, doğumum ne mucizeviydi bla bla...

Evlenirken çok doru bir seçim gibi gelmişti ama aslında boktan bir evliliğin 1,5 yılını ite kaka geçirmiştik. Benim işim sebebiyle İzmir civarına gitmiştik 2 haftalığına, ex de izin alıp gelmişti. Şaşırtıcı biçimde çok güzel zaman geçirdik. Dönünce periyodum gecikti, o sıralar her öğlen yüzüyorduk havuzda, göğüs uçlarım bir garip hassaslaşmıştı, arkadaşım "bir de hamileymişsin mesela ondanmış hahah" deyince o akşam bir test aldım. Negatif miydi pozitif miydi orasını hatırlamıyorum, hamileydim işte. başka eczanelerden başka testler de aldım hepsi aynı, 2 çizgi.

Ex'e söylediğimde tepkisi neydi : "emin misin? " Sevinmek, mutluluk, bir yaşamın başlangıcı olabilmenin gururu vs bunlar yok, bunlar başka baba adaylarında oluyor. Yüzünde bir şaşkınlık ve "emin misin? "

Eh emin olmak için bir doktora gitmek gerekiyordu. Ex'e göre mahalledeki polikliniğe gidip kan vermek yeterliydi. Bazılarınız allah belanı versin bu ne kibir diyecek ama kimse kusura bakmasın, ben oralarda kan verip hastalık kapacak, pis pis yerlerde tahlil sonucu bekleyecek kadın değilim! Olmadım, olamam! Hemen gidip yaşadığımız şehirdeki en iyi özel hastanede kadın doğum bölümünden randevu aldım. İyi ki de öyle yapmışım, muayenede B.'nin kalp atışını duyduk :) bir kaç kan testi, ah demek kedi besliyorsunuz o zaman şu testleri de yapalım..

Baştan söyleyeyim, o çubukları görünce fazla bir şey anlamamıştım ama kalp atışlarını duyunca dedim ki tamam, işte bu benim çocuğum. Duyar duymaz sevdim onu. Ondan vazgeçmeyi ya da hamileliğin olumlu sonuçlanamayabileceğini hiiiiiiç düşünmedim.

Ex ne düşünüyordu bunu hiç bir zaman bilemeyeceğiz. B. için kız dediklerinde bariz bozulmuştu onu biliyorum, "yok yok pipiliymiş" dediklerinde baya muzaffer kumandan edalarına girmişti onu da hatırlıyorum. İsim konusunda bir türlü karar verememişti, doğumdan önceki güne kadar. Çünkü bebek şekerlerine bir isim yazmak gerekiyordu.

Hamileliğimin ilerleyen aylarda preklampsiyle tanıştım. Günde 3*2 tansiyon hapı alıyordum ama yine de 15-9 seviyesinde seyrediyordu tansiyonum. O bitmek bilmez başağrısını, sanki bütün atmosfer sadece benim üzerimde deney yapıyormuş gibi basıncı asla unutamam. Üstelik daha hamile kalmadan fıtıklarım vardı L bölgesinde, bebek ağırlaştıkça o keselere baskı yaptı canımdan bezdim.

Bu arada ev taşıdım, evimin inşaat sonrası temizliğini ben kendim yaptım. Türkiye'nin sayılı büyük tersanelerinden birinde uykularımı kaçıracak kadar stresli bir işte çalıştım. Tüm hamileliğim boyunca aşerdiğim tek şey vardı "donut". Arabayla yarım saat mesafede krispy kreme vardı. Gidemedik oraya. Ex zaten arabayı benim kullanmama izin vermiyordu ("ya bu trafikte sana bir şey olursa" tercümesi arabama hasar vermenden korkuyorum) Tek başıma dışarı çıkamıyordum o tansiyonla bir yerlerde bayılıp ölmekten korkuyordum. Biz o lanet olası donutları alamadık!

Her şeye rağmen "normal" doğum yapmak istiyordum, ta ki doktorumun "sen hala anlayamadın galiba, ikiniz de ölebilirsiniz, akciğerler gelişir gelişmez bu bebek ordan çıkar" diyene kadar.

Akciğerler gelişti. Cuma günü saat 9'da "bebeği çıkarma"ya karar verdi doktor. Bunu ex'e söylediğimde "ya pazartesi olsa olmaz mı babalık izni 5 gün, şimdi 2 günü haftasonuyla kaynamasın" cevabını aldım. Çok garip; hastalıktan mı, hamileliğin verdiği uhrevi havadan mı yoksa yüce rabbim  katil olmayayım diye doğaüstü bir sabrı tam da o an bana bahşettiği için mi bilemiyorum, sadece "o çocuk cuma günü doğacak, bunu seninle tartışmayacağım" diyebildim.

Şimdi düşünüyorum da bu nasıl laf? Bunu diyen insan mı?

To be continued



(temsili resim : sabretmek)

7 Ocak 2014 Salı

evlenmeden doğurabilir miydim?


http://evlenmedendogurabilirsin.net/2013/02/15/alisin-dogumu/#comment-130

"merhaba,

5harfliler sayesinde blogundan haberdar oldum. yazılarının bir kısmını okudum ama bu sayfaya yorum yazmak istedim. neden biliyor musun, "su" için :)

istanbul'da "lüks" bir hastanede sezeryanla bebeğimi dünyaya getirmiştim, senden bir süre daha sonra 11 martta.o akşam bebeğimin babası olan kocam eve dönerken bana bir şişe su veya bir çubuk kraker bile bırakmamıştı. Susadığımı fark ettiğimde aklıma babamın odama bıraktığı çanta aklıma geldi, canım babam o çantayı su, içecek ve sevdiğim abur cuburlarla doldurmuştu. Kocamın beni zerre sevmediğini o gün anladım.

Sonra ne oldu biliyor musun? 2 gün sonra hastaneden çıktık. 4.gün "kocam" çocuğumuzun nüfus cüzdanını almaya gitti (ve banka hesabımızı boşalttı) 7.gün sudan bir sebeple evi terk etti ve 10.gün ben bebeğimi kontrole götürmüşken sinsi bir hırsız gibi gelip evimizi soydu. ilk günler çok fazla sütüm vardı, sağıp buzluğa koyduğum sütleri bile alıp götürmüştü.

Neden bilmiyorum, elma ile armut gibi aslında bu kıyaslama, senden de özür dilerim bunu istem dışı yapıyorum, ama senin mutluluğun ve çocuklarının mutluluğu ve yazılarından anladığım kadarıyla hala çocuklarının babasıyla beraber yaşıyor olabilmeniz çok muhteşem, gerçekten çok şanslısın. Nikahın canı cehenneme! Berbat bir evlilik geçirip tek başıma çocuk büyüteceğimi bilsem sevdiğim adamla çocuk sahibi olmak isterdim, evlilik dışı veya içi, bir imza nedir ki?"

az önce bir hevesle bu yazıyı yazdım. ama itiraf ediyorum ben bu kadar cesur olamazdım. ben kim, evlenmeden çocuk doğurmak da kim? Ailem, işim, vicdanım el vermezdi. hepsi bir yana ömrümde kimseyi beraber çocuk sahibi olmayı hayal edecek kadar da sevmedim, gerçekten. B.'ye hamileliğim plan dışıydı. Ama sonlandırmayı bir an bile düşünmedim. Fiziksel ve psikolojik olarak berbat bir hamilelik geçirdim ama bu ihtimali hiç aklımdan geçirmedim.

Sonuçta B.'nin babasını bir çeşit sperm donörü olarak görüyorum. Bizim fakımız Türkiye'de bu iş legal değil, biz legalini yaptık çünkü nikahlıydık. That's all!!



(temsili nikah görseli)

grrrrrrrrrrrrrrrr!!!

Sevgili H.,

Sevgili demem nezaketimden. Senin hiçbir şeyin değilim anla artık lütfen. Bak 1 yıldan fazla oldu seninle tanışalı, benimle iletişim kuramaman için elimden geleni yaptım. Israr etme artık.

Senin yüzünden whatsapp'tan soğudum. Engellesem niye engelliyorsun diyorsun. Engellemesem her whatsapp'a baktığımda sana da yazmamı bekliyorsun. Söylesene H. sana bu beklentiye girmen için ben ne yaptım?

Son buluşmamızda hayatımda sana yer olmadığını açıkca söyledim. Bak gene söylüyorum, hayatımda sana yer yok! B. var oğlum, işim var 7/24, çalışmam gereken dersler girmem gereken sınavlar var. Esasoğlana bile zar zor yer buluyorum, neyse ki onun benimkinden beter bir işi var da benden daha fazlasını istemiyor. Zorlama işte.

Mimar mısın müteahhit misin onu bile anlamadım.




(temsili resim şahin görünümlü doğan )